Şehrin Asıl Sahipleri (!)Siyasetçi olmak zor iştir. Herkesin gözü üzerinizde, her sözünüz tartılıyor, her adımınız takip ediliyor. Ama siyasetçiden de zor bir şey var: Onun çevresinde “kraldan çok kral” rolüne soyunmak. Vizyonu yok, fikri yok, üretimi yok. Ama toplumdaki tek karşılığı “yakın olmak.” Yani iktidarın veya mensubu olduğu partisinin sıcaklığıyla ısınan, gölgesinde serinleyenlerden bahsediyorum. Bu kesim öyle maharetli ki, yıllardır şehir için ter döken bürokratların, akademisyenlerin, iş insanlarının, sanatçıların ve daha nice emek sahiplerinin bulamadığı kürsüleri bir anda kapıveriyorlar. Bir bakıyorsunuz, hayatında tek satır rapor okumamış, tek proje üretmemiş birisi siyasetçinin gölgesinde şehre vizyon biçiyor: “Efendim, bizim şehre şunu yapmalı, bunu yapmalı...” Yapmalı da, peki siz kimsiniz? Bu rolü öyle ustalıkla oynuyorlar ki, çoğu zaman siyasetin asıl aktörü gölgede kalıyor. Siyasetçi gülümserken onlar kaşlarını çatıyor. Siyasetçi ölçülü konuşurken onlar şimşekler çaktırıyor. Siyasetçi halka yaklaşmaya çalışırken onlar etrafına duvar örüyor. Ve sonunda ortaya şu garip tablo çıkıyor: Halkın asıl mesafesi siyasetçiye değil, onun çevresinde kraldan çok kral kesilenlere oluyor. En basit örnek: Bir eleştiri geliyor diyelim. Siyasetçi dinleyip not almak isterken, yanındaki kralcı hemen öne atılıyor: — “Sen kimsin? O sözleri nasıl söylersin?” Yetkisi yok ama yasak koyuyor. Görevi yok ama emir yağdırıyor. Halkla siyasetçi arasına mesafe koyan asıl bariyer işte bu. Bir de işin ironik tarafı var: Bu kralcıların tek sermayesi, yakınlıkları. Kendi başlarına toplumsal bir karşılıkları yok. Siyasetçinin ışığı söndüğünde, onlar da bir anda görünmez oluyor. Yani gölgeleri büyüten, yanındaki ışık aslında. Ama o gölgenin şehri kapladığını fark eden çok az. Asıl tehlike de burada: Kraldan çok kralcılar, siyasetin yükünü taşımıyor, aksine siyaseti kemiriyor. Vizyonu olmayanın ahkâm kestiği, tecrübesi olmayanın idarelere parmak salladığı, hiçbir emeği olmayanın kamuya ayar verdiği bir düzende, şehirler ne yazık ki geleceğini kaybediyor. Kısacası, şehirlerin kaderini becerisi yetersiz siyasiler değil; onların gölgesinde kendini dev aynasında gören, kraldan çok kralcılık oynayan figüranlar belirliyor. Ve biz, her seferinde aynı sahneyi izliyoruz. Protokol TiyatrosuNormalde protokol, resmî davetlerde devlet ciddiyetini yansıtan bir düzendir. Bizde ise sahne bambaşka:
Adı bile geçmeyenlerin, protokolde “baş aktör” kesilmesi kadar ironik başka ne olabilir? VIP İllüzyonuHavalimanındaki VIP salonu, aslında şehrin sosyolojik aynasıdır. Havalimanında VIP… Orası artık asıl sahiplerinden çok, “görünür olmayı sevenlerin” podyumu. Listeye adını yazdıramayanların, VIP salonlarında “önemli kişi” pozu verdiği bir dünyadayız. Oraya girenlerin çoğu, Very Important Person değil; “Varlığını İmajla Pekiştirenler.” Ana protokolde adı yok, siyaseten en ufak görevi yok… Ama gelin görün ki VIP'ten karşılanıyor, VIP'ten uğurlanıyor. Hatta fotoğraflar anında sosyal medyaya düşüyor: “Bakın ben de varım.” Ciddiyet alabildiğine sıfır! Siyasetçiye veya üst düzey bir bürokrata yakın olmak VİP hizmetinden yararlanmak için kâfi oluyor. Sahi vatandaşla aynı bölümden uçunca ne eksiliyor? E tabi bu tabloya müdahale eden de yok! İhmalin ucu yine aynı noktaya evriliyor! Onlar da yanlarında tutacakları adamları bundan mahrum edecek değil ya! Şehirlerin GeleceğiBütün bu tabloda asıl trajikomik gerçek şu: Şehirlerin geleceğini siyasetçilerden ziyade onların etrafına kümelenen bu “gölge sahipler” şekillendiriyor. Onlar kemiriyor, onlar yönlendiriyor, onlar vitrin dolduruyor. Biz ise seyirciyiz. Alkış tutuyoruz. Oyun bitince sahne kapanıyor, geriye yalnızca çürüyen şehir kalıyor. Ve insan ister istemez soruyor: Bugün gölgeler bu kadar büyüdüyse, ışığı kim söndürdü?
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ
|