Halep düşmedi, halep ölmediGünlerdir acıyla ve ibretle izliyoruz Halep'i.
Bugün şu kadar çocuk öldü, şu kadar kadın öldü, şu kadar yaşlı öldü, şu kadar insan öldü haberlerini izliyoruz, esiri olduğumuz ekranlardan.
Halep düştü düşecek söylemleri devam ederken, nihayet Halep düştü diyorlar.
Görmeyen gözlerimizi açmamız gerektiği gibi açtığımızda göreceğimiz şey odur ki;
Halep'te mazlum ölmedi, insanlık öldü.
Halep düşmedi, insanlık düştü.
Halep zahiren Haleplilerin imtihanı gibi görünse de, esasen bizim imtihanımız oldu.
Daha birkaç yıl önce gözlerini bu kör dünyaya açmış minik yavrular oyuncak görmeden, oyun görmeden, ana baba sevgisi görmeden, modern dünyanın vahşetini gördüler. Birileri korkuyu, dehşeti, açlığı, çaresizliği onlara reva gördüler.
Minicik bedenlere dünyanın yükünü reva gördüler.
Minicik ruhlara dünyanın ızdırabını reva gördüler.
Diyordu ki Halep'li bir çocuk; “anne ben Halep'te kalarak burada ölmek istiyorum. Çünkü Cennette ekmek var”
Sana bir lokma ekmeği yediremeyen ve cennette ekmek yemek için o yaşta ölmeyi istemek durumuna getiren dünya yıkılsın.
Ananı ve babanı sana bir lokma ekmek yediremedikleri için sana karşı mahcup bırakanlar yok olsun.
Senin bu sözün, İslam dünyası diye geçinen ve zevk-i sefadan gayrı bir meziyeti olmayan devletler yığının ömür boyu utancı olsun.
Çöllere diktikleri o dev gökdelenleri bir gün onların başlarına yıkacaktır.
Avrupa ve Amerika bankalarında sakladıkları milyar dolarları onların ağzına tıkayacaktır.
Rabbin seni mahzun etmeyecektir. Seni bekleyen cennette, o çok istediğin ekmekten istediğin kadarını sana orada verecektir.
Rabbin senin intikamını hem modern Moğol canilerinden, hem de Müslüman diye geçinen devletler yığınından elbet alacaktır.
Her şeyden Batıyı sorumlu tutarak sorumluluktan kurtulamayız.
Evet, bu işi organize edenlerin kim olduğunu, hangi örgütlere vekâlet verdiklerini, neyi hedeflediklerini biz zaten biliyoruz. Suriye'de yapılanın son haçlı seferi olduğunu da biliyoruz.
Haçlılar tarihten beri hep öyle kaldılar, öyle davrandılar, bundan sonra da öyle olacak ve öyle davranacaklar. Bu zaten onların karakterlerinin bir gereğidir ve şaşılacak bir şey değildir.
Allah sormaz mı; “peki onlar öyle idi de, siz neredeydiniz, siz ne yaptınız, neden engel olmadınız, eliniz yok muydu, ayağınız yok muydu, silahınız yok muydu, diliniz yok muydu”
Ne cevap vereceğiz o zaman!!!
O yüzsüz yüzümüzü nereye saklayacağız!
O dilsiz dilimiz ne söyleyecek!
O kalpsiz kalbimiz ne hissedecek!
Şüphesiz Halep'teki zulmün kazananı yine Halepliler olacaktır. Rableri onları en iyi şekilde ağırlayacak ve tüm acılarını dindirecektir. Artık bu imtihanı esas kaybedenler, akıbetlerini düşünsünler!
Tarih bu kadim şehri yok eden canileri ve haydutları unutmayacaktır. Hele ki; Müslüman olduğu iddiasında olarak Halep'teki zulmün başrolünü oynayan İran'ı ve gözü dönmüş Şiileri özellikle unutmayacaktır.
Tarihindeki bütün savaşları Müslümanlarla yapmış olan ve zulümde Müslüman'a karşı gayrimüslimlerle iş tutan İran, bu medeniyetin bedenine yerleşmiş bir urdan farklı değildir. Tarih bunu da altını çizerek not edecektir.
Mazlumların tek umudu her daim Anadolu toprakları olmuştur. Hiç şüphe yok ki; Haleplilerin gözü yine sadece bu topraklardan gelecek yardım elindedir.
Suriye halkına her konuda elinden geldiği kadar kucak açan bu topraklar, mevcut koşullarda yine elinden geleni yapmaya çalışsa da, gönlümüzden geçeni ve esasen olması gerekeni yapamadı maalesef.
Son bir yılda hayati derece badireler geçiren, yıpranan, sarsılan, birçok terör örgütü ile bir arada mücadele eden, Suriye'de de bir cephe açmış olan Türkiye'nin müdahale kabiliyeti elbette sınırsız değildir. Bu gerçeğin de farkındayız.
Her şeye rağmen, Halep'te ateşkes ilan edilmesi ve katliamla yüz yüze dar bir alana sıkışıp kalan yüzbin civarındaki insan ve bir avuç mücahidin tahliyesi için büyük çaba harcandı ve bu çaba meyvelerini vermeye başladı.
Temennimiz odur ki; ülkemiz kısa sürede daha da toparlansın ve operasyonel kabiliyetini en üst düzeye çıkararak kendisine yönelik beklentileri hakkı ile yerine getirebilsin.
Bilinmelidir ki; Halep'in yaşadıkları, tarihin en büyük dramlarından biri olarak kayda geçecektir.
Bize düşen görev, kaybedenlerden olmamak, düşeni kaldırmak, sesini duymak, kucak açmak,
ekmeğini bölüşmektir. Ve bunu yaparken de hiç kimseden çekinmeden, dünyevi kaygılar taşımadan, gücünün ve imkânlarının yettiği nisbette gayret göstermektir.
Birleşmiş Milletler denen birleşmiş haçlılardan bir medet umulmayacağını biliyorduk.
İnsan hakları örgütleri denen insanlık dışı örgütlerden bir medet umulmayacağını biliyorduk.
Demokrasi, hukuk, eşitlik gibi kavramları ağzından düşürmeyen vahşi ve yüzsüz Avrupa'dan bir medet umulmayacağını biliyorduk.
O yüzden Müslümanın Müslüman'dan başka dostunun olamayacağını da biliyorduk.
Ne acıdır ki; Müslüman devletlerden de bir medet umulmayacağını biliyorduk.
Ey Halep; gaflet içerisinde yaşayan ümmetin gafletini, acziyetini, korkaklığını, cehaletini, geri kalmışlığını ümmetin yüzüne çarptın.
Hani imanınız, hani ilminiz, hani irfanınız, hani ahlakınız, hani cesaretiniz dedin..
Düşen sen değil, biz olduk.
Ölen sen değil, biz olduk.
Kazanan sen, kaybeden biz olduk.
Allah senin mükâfatını gani gani versin, bizi de kendimize getirsin.
YORUM YAZIN
|
|